6 Mayıs 2010 Perşembe

Akçakoca (Ağustos 2009)

İstanbul'dan sadece 2 saat uzaklıkta, çok keyifli bir yer varmış, adı Akçakoca. Arada ailece İstanbul'dan kaçma isteği uyanır bizde. İşte böyle dönemlerden birinde, hadi gidip görelim şurayı dedik. Ne kadar iyi etmişiz. Sakinliğiyle gerçekten bize ilaç gibi gelen bir yer oldu Akçakoca. 2009 yılının rüzgarlı yazında, Karadeniz erkenden sezonu kapattığından denizi hakkında yorum yapamayacağım ama telaşsızca dolaşmak ve sakin birkaç gün geçirmek için kesinlikle tavsiyemdir. 
Biz sabah erkenden yola çıkıp, erken saatlerde vardık Akçakoca'ya. Yolda durup bir kahvaltı yapmaktı niyetimiz ancak yol boyunca duraklayabileceğimiz hiçbir yer bulamadık ne yazık ki. Kahvaltımızı Akçakoca'nın keyifli çay bahçelerinden birinde yaptık.
  
Akçakoca'nın merkezinde hızlıca bir tur attık önce. Modern camisi, saat kulesi, heykelleri, güvercinleri, Melen üstüne yapılmış köprücükleri ve limanıyla keyifli bir meydan burası.
Ölü sezonlarda gittiğimiz yerlerde önceden otel ayarlamıyoruz genellikle. Özellikle ilk defa gittiğimiz bir yer ise, otelleri gezerek bizim için en uygun yeri seçiyoruz. Gözümüzle görerek seçince, daha rahat ediyoruz. 
Akçakoca'ya da sadece bir ön araştırma ile gitmiştik. 2 alternatif vardı, ya Ceneviz Kalesi'nin oradaki küçük otellerde kalacaktık ya da Akçakoca Otel'de. Akçakoca Otel'i zaten ilçeye girerken gördüğümüzden, Ceneviz Kalesi'ne doğru çevirdik rotamızı. 


Arabamızı parkettiğimiz yerde muhteşem bir manzara karşıladı bizi. Kadınlar Plajı'ymış. Sadece kadınlara özel bir plajmış burası. İniş toprak bir patikadan yapılabiliyormuş bu plaja. Kayalıklar ve denizin rengi gerçekten de görülmeye değerdi.

Daha sonra Ceneviz Kalesi'ne doğru ilerledik. Gökyüzünün yeşil ağaç yapraklarından oluştuğu muhteşem bir yer burası. Biraz ileride, çok sevdiğim dilek kuyularından biri karşıladı bizi. Deniz kızlarından dileğimizi diledik hemen.    


Kalenin deniz tarafında manzara çok güzeldi. Diğer tarafta ise, bu kez tüm halka açık olan plaj görülüyordu. 


Bu çevre gezisinden sonra, Ceneviz Kalesi tarafındaki otellerin bu mevsim bizim için çok uygun olmadığına karar verip Akçakoca otele doğru yola koyulduk.


Yukarı çıkıp odamıza eşyalarımızı bıraktığımız gibi soluğu kumsalda aldık. Deniz dalgalı olduğundan bulanıktı ve hemen derinleşiyordu. Ama kumsal gerçekten çok güzeldi.


Oğlum keyifle kumlarda oynarken, ben de Akçakoca'nın içinde bir teyzeden satınaldığımız dağ böğürtlenlerini yiyordum.

Akşam yemeğinden sonra, akşamları trafiğe kapanan caddede ufak bir yürüyüş yaptık ve dondurma yedik.

Ertesi sabah, otelin havuzunun bomboş olmasını fırsat bilip bir de havuz keyfi yapalım dedik.

Plajın ve kumların keyfini biraz daha çıkardıktan sonra, otelden ayrıldık. Önce itfaiye istasyonuna uğradık ve bir sürü itfaiye arabası gördük :)


Saat daha erken olduğundan, hemen dönüşe geçmek istemedik. Aktaş Şelalelerini görmeye gitmeye karar verdik. Uzunca bir yolculuktan sonra, Aktaş Şelalesine vardığımızda, öğrendik ki aslında henüz şelaleye varamamışız. Yani yaklaşık 15-20 dk. sürecek bir yürüyüşten sonra varılabiliyormuş oraya. Buraya kadar gelmişken, görmeden gitmeyelim deyip, Can'la beraber yola koyulduk. Ama ne yol. Bizim gittiğimiz günlerden 1 hafta önce yağan şiddetli yağmur, neredeyse tüm patikayı alıp götürmüştü. Hoplaya zıplaya, yolda pesedip geri dönmeye karar verenlere inat, şelaleye ulaştık. İyi ki de gitmişiz. 


        
Şelaleden yukarı çıktığımızda, kurt gibi acıkmıştık. Allahtan orada minik bir işletme var. Gelenlere hoş geldiniz diyorlar. Dönüşünüzde bir soğuk ayran ikram ediyorlar. Hatta mancarlı gözleme bile yapıyorlar. 

Karadeniz'e özgü patpatlara bu yörede sıklıkla rastladık.

Son derece keyifli bir dönüş yolculuğundan sonra bedenen azcık yorgun, ruhen inanılmaz dinlenmiş olarak evimize döndük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder